ÖLÜM, KAYIP ve YAS

Yitim yaşamanın bedelidir:” Kaldığın sürece ödenmesi gereken olağan üstü kira”. (Annie Dillard)

Yaşadığımız sürece bir şeyleri kaybetmek zorundayız. Çocukluğumuzu, her geçen yaşımızı, sevdiğimiz kişileri,bazen sevdiğimiz eşyaları… Hayat yolculuğu bize kayıpların olduğu ve bundan kaçamadığımız bir yol sunuyor. Bu kayıpların en acısı şüphe götürmez bir şekilde ölümdür. Ölüm aslında doğduğumuz andan itibaren bildiğimiz tek gerçektir. Ancak bu şüphe getirmez tek gerçek yok saymaya çalıştığımız ve kabullenmekte zorlandığımız bir son olarak karşımıza çıkıyor. Yaşadığımız sürece kaybetmeye mahkumuz. Önemli olan kayıplara verdiğimiz tepkilerdir. Kayıplar bizim gelişmemizi sağlayacak birer kabul ve büyümeye birer aracı olabileceği gibi, hayat boyu bitmeyen bir keder içine de bizi sürükleyebilir.

Profesör Dr. Volkan: “ölüm kayıpların en somut ve en acı olanıdır. Ölüme karşı verdiğimiz tepkilerimizde farkında olmaksızın, geçmişimizdeki yarım kalmış, dayatılmış ya da aceleye gelmiş ayrılıklarımızın bilinçaltımızdaki kalıntılarını da bir arada yaşarız. Yas tutma, sadece ölüme karşı verilen bir yanıt değildir. Yas tutma herhangi bir yitim ya da değişikliğe verdiğimiz psikolojik yanıt ve iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmemiz için yaptığımız uzlaşmalardır. Yitim, aile yadigârı bir küpe olabileceği gibi; bir eş, bir sevgili, bir dost, bir umut, bir ülkü, bir vatan hatta eski bir kendiliğimiz bile olabilir,” diyor.

Yas hayattaki bütün kayıplarımız karşısında yaşadığımız bir süreci anlatırken duygusal olarak en fazla yatırım yapılan kişilerin ölümü ile ortaya çıkan yas en zor olan süreçlerin başında gelmektedir.

Yas süreci parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Geçmişteki yitim öykülerimiz ve ilişkilerin özellikler tarafından belirlenir. Aynı aile içinde bile herkesin kederi son derece kişiseldir. Yas tutmanın gidişi yitime hazırlığa, yitirilen kişinin özelliklerine, yas tutanın psikolojik gücüne ve keder duyma kapasitesine bağlıdır.

Yas işini yapabilme yetisi, gelişimsel öykümüze bağlıdır. Doğduğumuz günden itibaren bir şeyleri bırakarak büyürüz. Bebek sütünü bardaktan içmek için annenin memesini bırakmayı kabullenir. Yürümeye başladığında kucakta taşınmanın güvenliğini kaybeder. Eğer bu geçişler güvenli bir ortamda olursa, çocuk iyi gelişir ve yas tutmak içi psikolojik bir modele sahip bir yetişkin olma olasılığı artar. Sağlıklı ayrılıklar birbirinin üzerine inşa edilir. Sağlıklı ayrılıklar olmamışsa, yas tutma süreci çok yavaş ilerler. Güncel kayıpla barış yapabilmek için, geçmişteki yası tamamlanmamış kayıplarımızla karşılaşmaya zorlanırız.

Eğer kişinin erken dönem etkileşimleri genelde sürekli, güven verici ve sevgi doluysa, değişiklik karşısında başvurulacak depolar var demektir. Yaşam boyunca, vazgeçebilme yeteneğimiz, bir sonraki adımı atmaya hazır olmamız, çevrenin güvenli oluşu, çevremizdekilerin desteği ve geçmişteki bırakma sicilimizle doğrudan bağlantılıdır.

 Hayatı büyük bir bina inşası gibi düşünürsek, binanın temelinin atıldığı çocukluk yılları sağlam bir şekilde geçtiğinde üst katlarda oluşan bir hasar  zamanla daha kolay telafi edilebilmektedir. Ancak temelde herhangi bir çürük var ise en ufak bir hasarda binanın yıkılması muhtemeldir. Yas sürecini de sağlıklı bir şekilde yaşayabilme ihtimali çocuklukta ayrılma bireyselleşme evrelerinin sağlıklı bir şekilde geçirilmesi, güvenli bağlanmanın sağlanması ile doğrudan ilişkilidir.

Yas tutmanın iki evresi vardır. Birincisi, yitimin ya da yitim tehdidinin (ölümcül bir hastalık) olduğu anda başlayan kriz dönemindeki kederdir. Bedenlerimiz ve zihinlerimiz direnir. Ölümle yüzleşmekten kaçınmak için yadsımanın, bölmenin, pazarlıkların, sıkıntı ve öfkenin içine girip çıkarız. Acı gerçeği özümledikçe kriz dönemi sona erer. Birçokları yas tutmanın ölümü kabul etmeyle birlikte sona erdiğini varsayar. Aslında yas tutmanın ikinci evresi henüz başlamaktadır. Ancak ölüm gerçekliğini bir kez kabul ettikten sonra, ilişkiyi artık bizi sürekli uğraştırmayacak bir anıya dönüştürmek için ince ve karmaşık uzlaşma işine başlayabiliriz.

Psişik Eş

Psişik eş kavramı hayatımızda önemli olan kişilerin ilişkilerin ve nesnelerin içsel bir temsilini oluşturma ve onlar yanımızda yokken de bu iç temsilimizle hayata devam edebilme kapasitemizi anlatan bir kavramdır.

Bir kişiyi kaybetmemiz ve terkedilmemiz, bizim terkeden kişi ile ilgilenmekten vazgeçmemiz anlamına gelmez. İçimizde bulundurduğumuz psişik eşi ile onun duygusal olarak varlığına yanıt vererek ilişkinin sürmesini sağlarız. Bizim dünyamızda yer alan ya da bir zamanlar yer almış olan tüm insanların ve şeylerin psişik eşlerini taşırız. Bu eşler hiçbir zaman tam bir kopyaya benzemezler. Psişik eşleri tıpkı bir modelin resmini yapan sanatçı gibi, gerçeği görüş şeklimiz, gereksinimlerimiz, düşlemlerimiz, sınırlılıklarımız ve deneyimlerimizin süzgecinden geçirerek yaratırız. Psişik eş, insanın kişiliğini tarafsız bir gözlemcinin değerlendireceği biçimde simgelemek durumunda bile değildir Asıl önemli olan şey şudur: Psişik Eşler ilişkinin bizim yaşadığımız biçimiyle psikolojik gerçeğini simgeler. Psişik eş ilişkimizin kendi yaşadığımız şekli ile bir temsilidir ve tamamen subjektiftir.

Psişik eşler barındırabilme yetisi aşağı yukarı iki yaşında belirlenir. Psikanalistler bu kritik beceriye nesne sürekliliği derler.Bir nesnenin duyularımız dışında olsa bile varolmaya devam ettiğini anlayabilme kapasitesini ifade eder.  Bu çocuğa zihninde bir dizi karakterleri tutabilme şansı verir ve çocuk tek başına kaldığı zaman dilimlerine katlanabilmesini sağlar. Psişik eşleri barındırabilme, tutabilme yetisi sağlamlaştıkça, çocuk giderek daha uzun süre yalnız kalabilmeyi becerir.  Yalnız kalmaya tahammül edemeyen yetişkinlerin muhtemelen bu gelişim evresinde bir şeyler ters gitmiş olduğu tahmin edilmektedir.

Birisiyle sürmekte olan gerçek bir dünya ilişkimiz olduğu sürece, o kişi bizi etkiler ve biz de psişik eşi buna göre yeniden gözden geçirir ve üzerinde değişiklikler yaparız. O kişi dünyamızı terkettiğinde, gerçek dünya yaşantısı azalır ya da yok olur. Fakat psişik eş sıcaklığını korur. Hatta ayrılık nedeniyle bu sıcaklık daha da kızışır. Yaş tutabilme, yitimin ateşini söndürmeyi ve psişik eşi soğutmayı içerir.

Bir kişinin ölümünden sonra ilişkinin bizim için ne anlama geldiğini ve neyi yitirdiğimizi değerlendirebilmek için, bağlantının yavaş çekim bir tekrarını yaparız. İlişkinin üzerine oturduğu yüzlerce öğeyi ayrıştırır ve bunları anılarımızda, düşlerimizde, hayallerimizde tekrar canlandırırız. Birlikte geçirdiğimiz anları tekrar hatırlarız. Bu yas sürecinde sevgi dolu anılar mutluluk duygularını uyandırır aslında yas sürecinin tamamlanmasına yardımcı olur. Ancak yakın ilişkide olduğumuz bir kişinin kaybı ile yaşadığımız eğer varsa düş kırıklıkları, karşılanmamış beklentiler, çözümlenmemiş gerginlikler ve onarılmamış yaralar yeniden engellenme, öfke ya da üzüntü hissetmemize yol açar. Bu durum yas sürecinin uzamasına neden olmaktadır. Yarım kalmışlıklar yas sürecini sekteye uğratmaktadır.

Bir insanı kaybettiğimizde kaybettiğimiz sadece o kişi değildir. Örneğin eşimizi kaybettiysek bu sadece bir eş kaybı değildir bu kayıpla birçok şeyi aynı anda kaybetmişizdir. Toplumda bulunduğumuz birinin eşi olma statümüzü, biri tarafından korunur olma, bir sırdaş bir arkadaş bazen maddi olarak refah ve buna benzer birçok şeyi aynı anda kaybetmişizdir. Kaybettiğimiz herkes ya da her şey, aynı zamanda, görünen dış kullanımın ya da kendisine verilen rolün ötesine uzanan bir anlam taşır. Bunlar yitimi arttıran yan işlevlerdir. Bazen en zor değerlendirilenler göze görülmeyen yan yitimler olabilir. Yan yitim bazen para, mal, prestij, toplumsal konum ve konfor gibi anlaşılması kolay şeyler olabilirken bazen de özgüven, iyimserlik, disiplin gibi anlaşılması daha zor roller ve anlamlardır.

Bağlantı Nesneleri

Bağlantı nesnesi ölen kişi ile aramızda olan ilişkiyi dış dünyada yeniden yaşatmak için kullanılırlar. Bağlantı nesnesi ölenin bıraktığı herhangi bir eşya, mezarından alınan bir taş, sevdiği bir şarkı olabileceği gibi daha farklı nesne ve durumlar da birer bağlantı nesnesi işlevi görebilir. Bağlantı nesneleri “ilişkinin şarkısını çalar”. Ancak aynı zamanda yas tutanların uyum sağlamalarını ve yaşamda ilerlemelerini engeller.

İnsanlar küçük yaşlardan itibaren bazı psikolojik gereksinimlerini nesneler üzerinden karşılayabilmektedir. Bazı nesneler psikolojik isteklerimizi ve içsel çatışmalarımızı temsil etmeleri için nesneler kullanırız. Örneğin çocuklar kendilerini ve çevrelerini tanımaya başladıkça anneden ayrışmaya başlar ve bu süreçte yanlarında  oyuncak ayılar ve yumuşak battaniyeler taşıyabilirler. Bunlar teknik olarak geçiş nesneleri olarak bilinirler ve anne (birincil bakıcı ) yerine ikame eden nesneler olarak anneden alınan sıcaklığı bağlanma duygusunu temsil ederler. Geçiş nesneleri gibi bazı nesneler endişeyi azalttığına inanılır örneğin bazı kişiler nazar boncukları uğur taşları gibi nesneleri taşıyarak kaygılarını kontrol altında tutmaya çalışırlar.  Bazı kişiler için sahip oldukları pahalı mücevherler kendine olan güvenini artırabilir, toplum içinde kendilerinin sahip oldukları nesnelerle statü elde etme gereksinimini karşılayabilirler. Bazıları sahip oldukları rozetler ve üye oldukları dernek ve kulüplerle aidiyet ihtiyaçlarını karşılar ve ait olmaya dair kaygılarını azaltırlar. Fetişler cinsel performans ile ilgili kaygıyı azaltır. İşte bu bahsettiğimiz nesneler gibi bağlantı nesneleri de yitim hakkındaki çatışmaları engeller. Yas sürecinin gerektirdiği aşamaların yaşanmasını erteler.

Nesilden nesile aktarılan aile yadigarlarıyla, bağlantı nesnelerini birbirinden ayırmak önemlidir .Aile yadigarı olarak saklanan bir eşya kişinin yas sürecini engellemez. Sadece bir anı olarak kişide kalan bir nesnedir. Yası olağan bir seyir izleyen kişi, kendisine miras kalan bir yüzüğü sıkıntı duymadan, onu korumak için anlamsız bir zorlantı hissetmeden, gözünün önünden kaldırma ve görme isteği arasında çatışma yaşamadan takabilir. Ancak bir bağlantı nesnesi kişiyi içsel çatışmalara sürükler.

Anı olarak saklanan eşyalarla bağlantı nesneleri arasındaki fark, seçim ile zorlantı arasındaki tanımlanması zor alanda yer alır. Bir bağlantı nesnesi, yas tutan kişi için yitimi ile ilgili çatışmalarını ve yitimin onda aldıklarını yeniden canlandırdığı sürece psikolojik olarak sıcaktır.

Birçok şey bağlantı nesnesi işlevi görebilir. Bunlar sıklıkla işlevsel eşyalardır. Tipik olarak, kaybedilen kişiye ait olan ya da kaybı akla getiren şeyledir. Yas tutan kişi, kaybın oluştuğu ortamı anımsattığı için onları seçebilir. Bunlara son dakika nesnesi denir. Örneğin kişiyi kaybettiği anda ortamda bulunan bir nesne, uzaktan duyulan bir şarkı, bir ambulans yada bir koku bağlantı nesnesi olabilir.  Bazı şarkılar, mimikler ya da belli ifadeler de bağlantı işlevi görür ve bunlara bağlantı fenomeni denir.

Bazı durumlarda yaşayan kişiler bile bağlantı nesnesi olabilir. Örneğin ölen kişinin çocuğu bir anne için bağlantı nesnesi olabilir. Ya da kaybedilen kişinin ardından doğan ve kaybın temsili ve ikamesi olarak seçilen belki kaybedilen kişinin adı verilen bir çocuk da bağlantı nesnesi işlevi görebilir. Bu konu aile içinde hiç konuşulmasa da non-verbal olarak, ilişki çocuk üzerinden yaşanmaya ve devam ettirilmeye çalışılabilir.

Bağlantı nesneleri birer eşya olduğu takdirde genellikle kullanılmadığı için ayrıcalıklıdır. Eşya kullanılacağı yerde genellikle göz önünden kaldırılır. Hayatta kalan kişi zaman zaman onu çıkartır ve kendisini onun büyüsüne bırakır. Onun nerede olduğunu her zaman bilir. Kişi dışarıdan bakıldığında aldırmıyor gibi gözükse de bağlantı nesneleri titizlikle korunur. Çünkü yas tutan kişi onu kederini dışsallaştırmak için kullanır.

Yaşamamızın gidişi tüm yitimlere uyum sağlayabilme ve değişimi büyüme aracı olarak kullanabilme yeteneğimize bağlıdır. Yası tam olarak tutulmamış kayıplar -başka bir deyişle uyum sağlayamadığımız değişiklikler- yaşamamıza gölge düşürür, enerjimizi yutar ve bağlantı kurma yeteneğimizi bozar. Eğer yas tutamıyorsak, eski sorunların düşlerin ve ilişkilerin kölesi olarak kalırız. “Hala geçmişin melodisine göre dans etttiğimiz için bugüne ayak uyduramayız”.

Yaşamın paradokslarından biri işte budur. “Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak, yaşam geretirdiğinde de de genellikle tutunamayız”.

Yası anlamamız için gerekli üç temel nokta şunlardır:

1.Her kayıp bizi kaçılmaz bir keder içine sürükler.

2.Her kayıp geçmiş bütün kayıpları canlandırır.

3.Her kayıp eğer tam anlamı ile yası tutulabilirse, büyüme ve yenilenme için bir araç olabilir.

Yas tutma ne zaman biter?

En gerçek yanıt, bizim için önemli olan hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi bırakmadığımızdır. Bilinçdışı zaman tanımadığı için, bir insana ya da bir şeye duygusal yatırım yaptığımızda, onun psişik eşini zihnimizin derinliklerinde saklarız. “Geçmiş asla ölü değildir… Hatta geçmiş bile değildir.” Duygusal olarak yatırım yapılan bir yitim her zaman canlanabilir ve yeniden can yakabilir. Bu nedenle tam anlamıyla yas tutsak bile, ölüme ilişkin yıl dönümlerinde keder yinelenebilir. Bu yıl dönümleri; ilişkiyi ya da ilişkinin sonunu anımsatan birlikte yaşanmış önemli bir olay, mevsim, günün herhangi bir zamanı, hafta ya da yıl olabilir. Psişik eşlerin yeniden etkinleşmeleri genellikle olağandır ve komplike olmamış kederle bunlar, yıllar geçtikçe silikleşir. Bu tür yinelenmeler nedeniyle kederin tamamen son bulmasından değil sadece pratik olarak sona ermesinden söz ediyoruz. Pratik olarak kederin son bulması demek yaşanan yitimin günlük hayatı aksatmayacak bir duruma gelmesi anlamını taşımaktadır.  Pratik olarak, yitime ait düşünceleri artık her gün hatırlamaz, tekrarlamaz ve bu düşüncelere duygusal olarak yanıt vermez hale geldiğimizde keder sonlanmıştır. Yokluğu nedeniyle içimize bir acı saplanmaksızın birini anımsamak zevk verebilir. Eğer yas sağlıklı bir şekilde tutulduysa güzel geçen günleri hatırlamak kişi için hüzün değil mutluluk yaşar. Komplike olmamış yas sürecinde, genellikle iki yıl boyunca özel yıl dönümleri dahil beklenmedik bir acı yaşanmadan atlatıldığında bu gerçekleşmiştir. Keder çözümlendikçe dünyanın rahatsız edici engellemelerle dolu olduğu düşüncesi azalmaya başlar.

Kederlenmek için zaman ve alana gereksinim duyarız. Bu nedenle, birçok kültür ve dinde psikolojik olarak yas tutma gereksinimlerine hitap eden ve bunu sağlayan cenaze törenleri vardır. Yas tutan kişinin, cenazenin planlamasına katılması, ölen kişinin bedenini görmesi ve ardarda gelen başsağlığı dileklerini kabul etmesi yadsımayı kaybı inkar etmeyi zorlaştırır. Yadsımayı zorlaştırmanın ötesinde, bu törenler kederle ilgili sorunların su yüzüne çıkması ve sağaltılması için yararlıdır.

Ebeveynlerini ergenlik yaşında kaybeden kişilerle yapılan çalışmalar; yas tutan ergenlerin “korunmaması” gerektiğini göstermiştir. Kederini ifade edebilmeleri ve cenaze törenlerine katılmaları yüreklendirilmelidir. Ergenliğini tamamlayan kişiler bir yetişkin gibi yas tutabilirler. Çocukların ise ölüme tepkileri yaşa göre değişir ancak küçük bir çocuğun bile, yasın bir başlangıcının bir de sonunun olduğunu bilmeye gereksinimleri vardır. Çocuğun yetişkinlerin yas tuttuğunu, sonra da yası aşabildiğini görmesi önemlidir.

Prof. Dr. Vamık Volkan; Gidenin Ardından kitabında günümüzde çok yaygın olan ve asla desteklemediği bir konuya değinerek meslektaşlarını uyarıyor ve “gözlemlediğim kadarıyla günümüz psikiyatrisinde hastaya ya da danışana ilaç yazmak adeta moda haline geldi? İlaçlar kalıcı psikoterapinin yerini tutamaz. Ancak ne yazık ki bu moda aldı başını gidiyor ve hiç kimse de sesini çıkarmıyor. Herhangi bir denetim mekanizması da yok. İlaçlara bilinçsizce duyulan bu anlamsız güven, ekonomik baskılar ve sigorta şirketlerinin suistimalleriyle de destekleniyor. Bu yanlış tutumun bedelini zavallı hastalar ödüyorlar. Bana göre bu tamamıyla insanlık dışı bir yaklaşım. Çok net söylüyorum: İlaçlar sadece duyguları körelterek, duyguların açığa çıkmasını engelliyor ve yasın gidişatını bozuyor! Yası olan bireylerde ilaç kullanılması çok hatalı bir tutum,”diyor.

Her kaybın ardından yas sürecinin bütün aşamalarının yaşanması gerektiğini Prof. Dr. Vamık Volkan altını çizerek vurguluyor. Tutulmamış ertelenmiş ve ya üstü örtülmüş bir yas süreci üzerinden uzun yıllar geçse de günlük yaşamımızı beklendiğinden çok fazla etkilemek de yoğun depresyon yaşantısına neden olabilmektedir. Yas süreci kronik bir hal aldı ise ve aradan uzun bir süre geçtiği halde kişinin gündelik yaşam sürecini etkiliyorsa bir uzmandan destek alınması yas sürecinin sağlıklı bir şekilde yaşanmasına yardımcı olacaktır.

Kaynakça:

Kayıptan Sonra Yaşam/  Prof. Dr.Vamık Volkan- Eizabeth Zintl

Gidenin Ardından / Prof. Dr.Vamık Volkan- Eizabeth Zintl

Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman

Bütüncül Psikoloji