Anormallik bir sınıflandırmayken normallik bir kategoriye indirgemedir. Yani ikisi de aynı şeyin farklı söylenmiş halidir. İkisini de birer şema olarak ele alacaksak eğer normal ile anormal arasında evrensel bir değerlendirme var mıdır? Bana kalırsa her iki şemanın kesişim noktaları var.
Psikoloji biliminden bahsediyorsak eğer standart sapması bol bir bilimi ele alıyoruz demektir. Elbette evrensel kriterler bulunur ancak kültürel değerleri de işin içerisine kattığımızda evrensel değerlerin yorumlanabilirliği devreye girecektir.
Psikoloji bilimini icra ediyorsak eğer böyle bir lüksümüz var; davranışın normal olmasını veya anormalliğini kültür ile yorumlayabiliyoruz. Örneğin Voodoo büyüsü gibi Afrika ve uzak doğu ülkelerinin ritüelleri o toplumlar içerisinde normal kabul ediliyorken pek çok kültürün sağlık sınıflamasında ortak kullanılan DSM-5 kriterleri içerisinde A kümesi kişilik bozukluklarından olan şizotürü (şizotipal) veya psikoz kategorisi içerisinde değerlendirilmesi bile mümkün olabilmektedir.
Tarihsel yapıya bir bakmak gerekirse; eski Çin, Mısır, İbrani ve Yunan dillerinde pek çok farklı eserde davranış bozukluğuna ilişkin bilgi yer almaktadır. Yunan Mitolojisi kahramanlarından Herkül, rivayetlere göre epilepsi nöbetleri geçirdiği esnada çevresindeki insanlara saldırarak öldürmektedir. Yakın tarihe bakıldığında 25 yaşında tahta geçen Sultan Deli İbrahim, 8 yıl tahtta kalır ve anormal davranışları Osmanlı tarihine öldürülmesi ile geçer. İngiltere tarihinde de Kral III. George mani ataklarına girdiği için deli kral olarak tarihe adını geçirmiştir.
Eğer toplum tarafından kabul görmüyorsa anormaldir.
Toplumun çoğunluğunun anormal bir durumu benimsemesi durumu da ayrı bir tartışma olgusudur. Tabi kültüre göre yorumlanabilir bir durumdan bahsederken toplumun her anormal kabul ettiği durumu bilimsel perspektifte anormal olarak kabul edememekteyiz. Tıbbi literatürde anatomideki işleyiş bilindiğinden hastalık tanımlaması yapmak ya da anormal bir sürece işaret etmek net bir ayrım gösterebilmektedir. Ancak psikoloji ve psikiyatri’de süreç biraz farklı işlemektedir. İnsan davranışı söz konusu olduğunda ‘Normal’ bir model mevcut değildir. Belirli bir oranda toplu yaşam sürdürülebilirliği açısından toplumsal kurallara uymak gerektiği, aksi halde bireye ve topluma yıkıcı etkilerin olabileceği göz önünde bulundurularak toplumun onayını aramaksızın kişinin kendisini iyi hissedebilmesi şeklinde ifade edebiliriz. Kısacası bir davranış toplumun isteğine uysa bile kişinin gelişmesini (yaşam sürdürme, potansiyelini ve isteklerini gerçekleştirebilmesi) engelliyorsa anormal olarak ifade edilebilir.
Bir toplumda normal olarak kabul gören davranışlar bir diğer toplumda anormal olarak değerlendirilebilir.
20. yüzyıl boyunca kültürler arası araştırmalar kültürel farklılıkların çok etmenli yapısından dolayı araştırmacılar tarafından irdelenmiştir. 20. Yüzyılı Anksiyete çağı olarak isimlendiren bilim insanları; savaş, savaş tehdidinin insanlara ekonomik krizler, işsizlik, yoksulluk gibi olumsuz yaşam koşulları oluşturmasının bir yansıması olarak nüfus artışı ve çevre kirliliklerinde artış meydana gelmiştir. Bu nedenle aksiyete bireylerin sorunu olmasının yanı sıra toplumun da bir ruhsal sorunu haline gelmiştir. Aynı durum travma sonrası stres bozukluğu için de geçerlidir. Patlayan bombalar, metropollerde meydana gelen silahlı saldırılar toplumun süreğen bir travmanın içerisinde yer almasına neden olmuştur.
Ortadoğu coğrafyasında savaş ve savaş tehdidinin yoğun olması Türkiye transit göç güzergahı görevini üstlenmiştir. Avrupa dışından gelen göçmenler sığınmacı olarak ülkede beklemekte ve işlemleri tamamlandıktan sonra üçüncü bir ülkeye geçiş yapmaktadır. İran (1979), Irak (1990), Afganistan (2000) ve günümüzde de Suriye kitlesel göç hareketleriyle Türkiye’ye gelmektedirler. Asya ve Afrika ülkelerinden de daha küçük kitlesel hareketler ile ‘Türkiye istasyonunda bekleyenler’ birikerek artmaktadır. Bu istasyonda ortalama bekleme süresi 1-3 yıldır. Bu süre içerisinde dezavantajlı yaşam koşulları ile karşılaşılmakta, yabancı kültürlerin ülkemizde yansımalarına şahit olmaktayız. Örneğin eskiden dilenen çocuklar Türkiyeli çocuklarken son dönemde dilendirilen çocuklar Suriyeli göçmen çocuklar olarak değişmiştir. Toplum öncelikle duyarlı davranmıştır ve toplumun maruz kaldığı duygusal sömürü sonucu dilendirilmek kabul görmüştür. Tekstil atölyelerinde çalıştırılan çocuklar kabul görmüştür. Dolaylı yoldan kabul gören diğer bir şey ise kayıt dışı iş gücü ve emek sömürüsü olmuştur. Evler ederinin çok üzerinde kiraya verilmiştir.
Duygusal sömürü bir süre sonra kendisini duyarsızlaştırmaya bırakmaktadır.
Bir çocuğa sürekli şiddet uygulanıyorsa eğer, çocuk artık kendisine bir başa çıkma mekanizması geliştirmekte ve şiddeti bir oyun haline getirebilmektedir. Şiddet uygulayıcısının kendisine şiddet uygulaması için çeşitli davranışları ile kızdırmak ve kaçmak gibi eylemlere girişebilir.
Toplumdaki bireylerin göçmenler üzerinden işleyen ekonomik ve duygusal sömürüsü bir süre sonra toplumun sömürmesi şeklinde biçimlenecektir. Anormal kabul ettiğimiz erken yaşta evlilikler, çok eşlilik, çocukların dilendirilmesi ve çocuk işçiliği gibi çeşitli kavramlar şuan bir inşa aşamasındadır ve normal görülmek üzeredir. Tam da b gibi durumlarda topluma denilecek şey ‘Hastalıklı Toplum’ yakıştırması olacaktır.
Normal ve anormal kavramları için insan haklarına uygun olması veya olmaması gibi bazı kriterler getirilmesi önemlidir.
İnsanların toplumsal olaylardan etkilenip anormal durumları normalize etmeleri ile bilim insanlarının, aydınların, politikacıların, aktivistlerin mücadele etmesi gerekmektedir. Çünkü toplumsal kabul söz konusu oldu mu anormal olan bir durumun normal kabul edilmesi oldukça kolaydır. Riskli bir konu üzerinden örnek vermek gerekirse erken yaşta evliliklerin çocuk istismarı olarak kabul edildiği ülkemizde son yıllarda imam nikahlı çocuk yaşta evlendirilme vakaları gittikçe artmaktadır. Ülkemizin yoğun göç almaya başlamış olması, diğer kültürleri kendileri ile beraberinde getirdikleri geleneklerin toplumu etkilemeleri veya geldikleri toplumdan etkilenmeleri beklenen bir durumdur. Ancak çocukların istismar edilmesi uluslar arası ve ulusal mevzuatlarımız ile karşı durulan bir durumdur.
Anormallik kavramı için evrensel bir görüş birliği yoktur!
Anormallik için genelleme olmasa da kimi olgular üzerinden giderek bir durumun psikolojik açıdan anormal olup olmadığını değerlendirebiliriz.
Örneğin kişi deneyimlediği bir durum nedeni ile acı çekiyorsa bu durumu anormal olarak kısmen ele alabiliriz. Örneğin kişi depresyonda ise evet bu acı çekme durumu kesinlikle yerli yerine oturmaktadır; ancak kişi mani atağı geçiriyorsa acı çekmekten bahsedemeyeceğimize göre tek başına acı çekmek kavramı değerlendirmek için yeterli değildir. Bu noktada belki uyumsuzluğu da bir belirti olarak ele alabiliriz. Mani atağında olan birisi uyumsuzluktan dem vurabilir. Ancak toplumda uyumsuz davranışlar gösterip yaşamını bu şekilde idame ettiren insanlar da mevcuttur; anti sosyal kişilik örüntüsü mevcut olan dolandırıcılar gibi… Onlar bu uyumsuzluktan rahatsız değillerdir. Tam da bu noktada belki de toplumsal standartları çiğneme veya Sosyal Rahatsızlık kavramını düşünebiliriz. Standarttan sapmak anormallik olabilir mi? Örneğin zeka geriliği dediğimiz kavram toplumsa az görülen bir durum ve anormal olarak bakabilmekteyiz ya üstün zekalılar ya da özel yetenekliler için de anormal diyebiliyor muyuz? Diyemiyoruz…
Bir sinema salonunda film izlerken birinin kalkıp aniden yüksek sesle bağırıp, küfürler savurması, ani çığlıklar atması durumunu normal dışı kabul ederiz. Bir davranışın akıl dışı ve öngörülemez olması durumunda anormallikten bahsedebilmekteyiz. O zaman insanlığın gelişimini sağlayan pek çok buluş sahibi bilim insanı için de anormallikten bahsedebilir miyiz?
Psikoloji bilimi sınıflamaya ihtiyaç duyar ve bu sınıflama belirli periyotlar ile revize edilerek anormal kavramı içerisine dahil edilen veya anormal bir kavram olmaktan çıkartılan veriler içerir. Bu sistem uluslar arası bir standart taşıyan Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından çıkartılan DSM (Diagnostic and Statistical manual of Mental disorders) isimli el kitapçığı ruh sağlığı uzmanlarına bir yol haritasıdır. Yıllar içerisinde pek çok kavram bu kitabın içerisine alındığı gibi pek çok kavram da çıkartılmıştır. Örneğin 1970li yıllara kadar DSM, DSM II, DSM III, DSM III-R tanı kriterlerinde eşcinsellik bir ruh sağlığı sorunuyken DSM IV ve IV-TR tanı sisteminde bu kavram çıkartılmıştır. Son güncelleme olan DSM V sisteminde de bu kavram yer almamaktadır.
Psikoloji ve psikiyatri açısından sınıflandırmaya ihtiyaç duyuyoruz çünkü ancak sınıflandırarak sonuçları inceleyebiliyor ve bu incelemeler sonucunda hem nedenlere dair hem de tedaviye(terapi veya ilaç kullanımı) ilişkin bir fikir edinebiliyoruz. Tabii bu sınıflandırmalar damgalamanın önünü açmaktadır, bu açıdan bireyin toplum içerisinde etiketlenmesine neden olmak işin ürkütücü tarafıdır. Bazen de popüler kültürün etiketleme ihtiyacı ayrı bir risktir.
Anormalliğin etiketlemesi bazen toplum tarafından yapılırken bazen de kişinin kendisi tarafından yapılabilmektedir.
Öğrencilik zamanlarımda BRSHH’de staj yaptığım dönemde psikiyatrist ile gelen vakayı dinliyorduk. İçeri giren kişi ağlayarak kendisinde bulunan tanıyı anlatmaya başladı. Yanlış anlamadınız, tanısını koyup gelmişti… Yazıldığı gibi söyleyerek kendisinde BORDERLİNE kişilik bozukluğu olduğunu ifade etmişti. Nasıl bu durumu anladığını psikiyatrist sorduğunda internetten açıp okuduğunu ve kendisinde bu durumun söz konusu olduğunu ifade etmişti. Aslında bir Borderline değildi…
Etiketlemenin kimin tarafından yapıldığına dikkat etmeksizin; damgalanma sürecinden kaçınmak gerekmektedir. Bir ruh sağlığı sorununu sınıflandırdığımız zaman sağlık sistemi içerisinde ortak bir dil oluşmaktadır. Ancak bir ruh sağlığı sorununun tanımı içerisinde yer alan tüm özellikler kişide görülmesi gerekmemektedir ve hangilerinin yer aldığı kısmı gözden kaçabilmektedir. Ayrıca etiketleme kimi zaman birey için utanç kaynağı olabilmektedir. Kişinin bir anormallik ile durumunu belgelenmesi sosyal yaşamında, iş bulma konusunda vb bir çok alanda dezavantaj yaşamasına sebep olabileceği gibi politik kimi yaptırımlar sonucu avantaj sahibi de yapabilmektedir. Anormallik kavramı için stereotipleştirme ve yaftalama kavramları da bu durumda göz önünde bulundurulması gereken noktalardır. Anormallik inşa edilirken esnek olunmalı, insanları değil insanların sahip oldukları bozuklukları sınıflandırılmaya çalışıldığı unutulmamalıdır. Bunun için naçizane öneri ruh sağlığı sorunu olan bireye Bipolar demek yerine bipolar bozukluğundan mustarip kişi olarak ifade etmek biraz da olsa damgalamanın önüne geçmek için önemlidir. Üstelik kişinin psikiyatrik tedaviyi kabul etmesi ve psikoterapi süreci ile desteklenmesi sonucunda yaşamını sürdürme konusunda normal insanlardan daha iyi bir biçimde yaşamını sürdürürken normal süreçleri yaşayabilmektedir.
Yazı boyunca anormalliği tanımlamak üzerine bir tanımsızlık üzerinde durmuşken; normalliğin tanımını yapamamış olmam normalin de evrensel bir kabulü olmamasından kaynaklanmaktadır.
Özetle bir kişiyi normal/anormal kabul ederken; standarttan sapma koşulunun ne derece geçerli olduğu, kişiye acı çektirip çektirmediği, akıl dışı ve ön görülemez olmasının yanı sıra toplum ile uyumu, toplum standartlarını çiğneyip çiğnememesi, toplumdaki sosyal rahatsızlık boyutu ile değerlendirmek, diğer toplumlarda da sürecin işleyişine bakmak gerekmektedir. Kimi zaman kişinin değil toplumun hastalıklı olduğu gerçeğine ulaşmakta bu koşullarda mümkün olabilir.
Uzm.Psk.Suna Bayram
Son Yorumlar