NESİLDEN NESİLE AKTARILAN MİRAS: “NARSİSİZM”

Narsisizm  genel olarak; aşırı öz sevgi, kendini olduğundan büyük görme ve benmerkezcilik gibi manalara gelmektedir. Halk arasında da yaygın olarak kullanılan narsisizmin bir kişilik bozukluğu olarak oluşumunun anlaşılması konusunda özellikle Kendilik Psikolojisi ve Nesne İlişkileri Kuramının önemli payı vardır. Psikanalizin son yıllarda üzerinde en fazla durduğu çalışma alanı olan narsisizmde psikanalitik açıklamalar, narsisizmin etiyolojisini kapsamlı bir şekilde açıklamaya çalışmaktadır.

Çok küçük çocuklarda kendilik saygısı; yaşamındaki önemli kişilerce derinden ve koşulsuz sevildiği, kabul edildiği, önemsendiği, bedensel ve duygusal olarak beslenmeyi hak eden bir varlık olduğu inancına bağlıdır. Bebek, sağlıklı bir anneyle ilişki kurmuşsa, iç dünyasında olumlu yaşantı anıları birikmektedir. Böylece, kendisinin önemli, değerli, sevilmeyi ve bakımı hak eden bir varlık olduğu duygu ve inancını taşır.

Birincil narsisizmden daha üst düzeyde olan özdeğerlilik duygusu ve kendilik saygısı yönünde bir gelişim olur. Çocuğun bu gereksinimleri ihmal edilme, reddedilme sonucu karşılanmaz ise kendini değersiz bir varlık gibi hisseder. Bebek, kendi bedeninden sonra keşfettiği ikincil nesnesi olan annesinin tutarsız, değişken, reddedici, duygusal olarak terk eden tutumu yüzünden düş kırıklığı ve dış dünyaya karşı bir güvensizlik geliştirir ve sevgi yatırımı için seçtiği ikincil nesne olan annesinin yanlış bir yatırım alanı olduğunu sezinler. Bunun sonucunda, bu sevgi yatırımını geri çekip, birincil nesne olarak keşfettiği ve güvendiği kendiliğine yatırır. Kendi iç dünyası; tutarlı, dengeli ve öngörülebilir tek alandır. Bu tutum, narsisizmin ilkel biçimine savunma amaçlı bir dönüş olmakla beraber zaman boyutunda bir gerilemedir (Ozan; Kırkpınar; Aydın vd. 2008).

Bu türde bir anne-bebek ilişkisi çocukta, dış dünyanın tehlikeli, düşmanca, değişken ve öngörülemez bir ortam olduğu inancını ve temel güvensizlik duygusunu geliştirmektedir. Toplum, çocuğun iç dünyasına, ebeveyninin açtığı kapıdan girebilecek iken kapının dışında bırakılır. Çocuk için tek çıkış yolu anneye sımsıkı sarılarak sadık ve bağımlı kalmadır. Ayrıca annenin bu olumsuz tutumu, narsisistin üstbenliğine katılan ve ona olumsuz sözler söyleyen, onu değersizleştiren bir ses haline gelir. Aslında narsisistin ebeveyni de sıkıca yapıştığı çocuğu olmasa bir hiçtir. O, çocuğunu tersler, soğuk, buyurucu, baskıcı ve duygusal olarak çocuğuna uzak davranır. Ebeveynin çocuğuna yönelik kötüye kullanım niteliğindeki tutumu, “Kendini ayrı bir birey olarak var edebilirsin, bu çabanı onaylıyorum; her eyleminin ve başarının benimle bağlantılı olması koşuluyla.” şeklinde özetlenebilir. Doğumla birlikte başlayıp süren preödipal örselenmesi, duygusal ve bedensel anlamda onu terk eden ebeveyniyle arasında yaşanan etkileşimdir. Terk edilme fikri; aklını yitirmek, çıldırmak kadar yoğun bir korku uyandırır. Kişinin, ebeveyniyle olan narsisistik bağlantılarının kopmasına izin verilmeyip kendisinin özel bir kişi olduğu inancı oluşturulmuştur. Bu özel olma durumu, ebeveynin nesne ilişkileri dünyasında bütünlüğü sağlamakla görevlendirildiği özel bir alanda ebeveynin bir uzantısı yani kendilik nesnesi olduğu; eylemlerinin bu alanda bireyselleşebileceği ve aralarındaki bağlantı kopmadığı- ayrışmadığı müddetçe bireysel bütünlüğünü sağlamasına izin verildiği anlamına gelmektedir. Çocuğun özerk ve bağımsız davranmasına izin verilen tek yaşam alanı vardır. Bunu yitirmesi, onun yaşamaması demektir. Ebeveynin çocuğunu kullanarak ulaşmayı amaçladığı hırslı beklentiler, üstbenlik içinde içselleşerek; gerçekçi olmayan, yüksek ve ulaşılmaz bir kendilik ülküsü meydana getirir. Çocuk, bu koşullu iletiye uyum yapma hususunda kendini zorunlu hisseder. Bireyselleşmesini bir dereceye kadar sağlar fakat yoğun baskıya direnemediğinden dolayı ayrışma sorunlarının yeterince üstesinden gelemeyip gelişimin bu evresinde saplanıp kalmış olur. İlkel kişilik yapılanmasına rağmen, belirli bir alanda ulaşabildiği başarı düzeyi bununla alakalıdır (Ozan; Kırkpınar; Aydın vd. 2008).

Narsisistin bütün yaşamı ebeveyninin emrindedir. İkili birimin ortak yaşamında farklı bir nesneye yer yoktur. O, ebeveyninin sömürgesidir ve ebeveyni, asla kendisine bir ortak istemez. Çocuğunu ayrı bir insan gibi değil, kendisinin bir uzantısı olarak görür. Ebeveyn, beklentilerine, çocuğunu kullanarak ulaşmaya çalışır. Empati yapamayan bir davranış biçimi sergiler. Çocuğunun acıları yerine kendi ulaşamadığı beklentisiyle ilgilenir. Birçok yolla çocuğunu kötüye kullanmaktan kaçınmaz. Çocuğunu acımasızca suçlar, onu azarlar, yaşamını baskıyla denetlemeye çalışır. Tepkilerindeki oransızlık, çocuğunu denetlemekte kullandığı en güçlü silahı olup kişisel sınırlara ve gizliliğe saygı göstermez; hem gizli hem de açıkça çocuğunun özel yaşamına sızmak için uğraşır, yalan söyleyerek de bu tutumunu yadsır. Çocuğunun ihtiyaçlarını görmezlikten gelir ve ya onlara aldırış etmez. Eğitimi ve mesleği konusunda çocuğunu sömürür, kendi hoşnutluğu için onu bir gereç gibi kullanır. Çocuğundan fazlaca beklenti içerisindedir.Değişken, vefasız, keyfi hareket eden ebeveyn, çocuğunu bedensel ve ruhsal olumlu duyguların olmadığı bir ortamda yetiştirir. Çocuğunu; memnunluk, haz ve kıvanç duygularıyla tanıştırmamış olmasının yanında diğer insanların onu ödüllendirme gayretini de boşa çıkartır. Kötüye kullanan ebeveyniyle kurduğu ilişki (Kohut, 1971) nedeniyle çocuk; dış dünyanın güvenilmez, tehlikeli, düşman ve uğursuz bir ortam olduğu inancı taşımaya başlar. Düşman olarak algıladığı toplumu kendisinin dışında bırakır. Kötüye kullanıyor da olsa ebeveyne sımsıkı sarılıp sadık ve bağımlı kalmak onun için tek kurtuluş yolu olarak görünür. Narsisist, kurbanı olan nesneye de aynı şeyi yaşatmaktadır. Dengesi bozulan nesne de narsisisttten kurtulamamaktadır.

Çocukta sağlıklı ve özerk bir kendiliğin oluşumu hususunda ebeveynlerin nasıl davranmaları gerektiği oldukça zorlu bir süreci ifade etmektedir. Çocuğun bakımını üstlenen kişi, ister ebeveyni ister bakıcısı olsun, kendisi ve çocuğun benliği hususunda gerçek bir algı geliştirmek zorundadır. Ebeveyn, dürtülerini kontrol edebilmeli ve çocuğu kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanmamalıdır. Yani, ebeveynler ya da bakıcı, kendi bireyselleşme sürecini başarılı bir şekilde tamamlamış olmalıdır Bu süreci tamamlayamamış narsisist ebeveyn modelleri ile sıkça karşılaşmak olasıdır(Atay, 2010).

Kohut, narsisizmin nedenlerini, anne tutumuna bağlı olan, tutarsız ve değişken pekiştirmeyle açıklamıştır. Kernberg‟in gözlemleri, üstü örtülü fakat şiddetli saldırganlığı olan müzmin soğuk ebeveyn figürünün narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerin geçmişindeki ortak özellik olduğuna vurgu yapmaktadır. Böyle durumda yetişen çocukların sevilme ihtiyaçları ve kinci nefret duygularına karşı bir sığınak olarak fiziksel çekicilik ve ya özel bir yetenekleri gibi algıladıkları, başkalarına haset ve hayranlığını uyandıracak niteliklerini kullandıkları görülmüştür. Bu tarz anne modelinde, annenin narsistik ihtiyaçlarını gidermek üzere çocuğu obje olarak kullanmasının da çocuktaki normal gelişimi etkilediği ve ilerleyen dönemde teşhircilikten kaynaklanan güç ve büyüklük fantezilerinin baskın olduğu gözlemlenmiştir. Masterson, bu sonucu destekler şekilde, kendi mükemmeliyetçi duygusal ihtiyaçlarını tatmin etmek amacıyla çocuğun ihtiyaçlarını görmezden gelerek onu kalıba sokmaya çalışan ebeveynleri, narsistik kişilik gelişiminin nedeni olarak kabul etmiştir Horney, narsistik kişilik bozukluğu gelişimine neden olan bozuk ilişkileri: dominant, aşırı koruyucu, göz korkutucu, huzursuz, aşırı müşkülpesent, fazla hoşgörülü, istikrarsız, riyakâr, kayıtsız ve diğer kardeşlere düşkün olmak gibi ebeveyn figürleriyle ilişkilendirmiş; sadece bir etkenin buna neden olmak için yeterli olmadığını, bu davranışların bir grup halinde çocuğun gelişiminde istenmeyen etkiye neden olduğunu belirtmiştir (Atay, 2010).

Millon ve meslektaşlarının desteklediği sosyal öğrenme perspektifine göre; aşırı hoşgörülü ebeveyn davranışları narsisizme neden olmaktadır. Çünkü çocuğa onun herhangi bir üstün çaba, performans ya da davranış göstermeden özel davranılmaya hakkı olduğunu öğretmektedir. Narsistik kişiliğin özelliklerinden olan üstünlük hissi ve hak iddia etme algısı, ebeveynin çocuğa karsı olan davranışları ve bazen mimikleri ile dahi öğretilmektedir. Baskın görüşler çerçevesinde narsisizmin gelişmesine neden olabilecek ebeveyn davranışları: aşırı hoşgörülü, suistimalci-manipüle edici ve sevgisiz kuralcı olmak üzere üç grupta toplanabilir. Horton ve meslektaşları tarafından 2006 yılında yapılan bir çalışmanın sonuçlarında narsisizm gelişimiyle ebeveyn içtenliğinin pozitif, ebeveyn kontrolünün ise negatif ilişkili olduğu bulunmuştur. Ayrıca çocuklarına herhangi bir sınır koymadan, fazla şefkat gösteren ebeveynlerin çocuklarının narsisistik kişilik geliştirebileceğine vurgu yapılmıştır (Atay, 2010).

Glickauf ve Hughes (1997) araştırmalarında narsisizmle ilişkili ailesel ve çevresel faktörleri özetlemiştir. Bu faktörler arasında; doğum sırasının, cinsiyetin, aile bireyleri arasındaki rol tanımlamalarının, mizacın, ebeveynlerin hayatındaki özel nesnelerin, büyük anne ve büyük babaya olan benzerliğin, doğuştan gelen yetenek ve farklılıkların bulunduğunu belirtmişlerdir (Atay, 2010).

Akademik literatür narsisist annelere narsisist babalardan her zaman daha fazla yer vermiştir. Bunun temeli, kişilik gelişimiyle ilgili sorunların büyük çoğunluğunun, çocuğun kendini ayrı bir kişi olarak algılamaya başladığı erken çocukluk yıllarına denk gelen dönemle ilişkili olmasıdır. Anne, narsistik eğilimler taşıyorsa, çocukla ilişkisi ve ona bağlanması sağlıklı şekilde işlemeyecektir. Böyle bir anne yalnızca narsistik nedenlerle anne olmayı isteyebilir. Kendisini bir yetiştirici olarak idealize etmesi, karnında bir çocuk taşıyarak, ona sahip olarak ve onu emzirerek kendini tamamlama isteği bu tür narsistik isteklere örnektir. Örnek kadın imajı, narsisist kişinin büyüklenmeciliğini ateşleyebilir ve hak iddia etme duygularını çoğaltabilir. Fantezisi kurulan çocuk, narsisist annenin kendisini özel hissetmesi ve diğerlerinden takdir toplaması için iyi bir araç olabilir Narsisist anne, mükemmel bir çocuk beklentisi taşımaktadır. Eğer çocuğu; cinsiyeti, görünüşü, zekâsı gibi konularda anneyi hayal kırıklığına uğratırsa utanç duygusu ve öfkesi tetiklenmiş olacaktır. Narsisist anne, çocuğunu mükemmel olarak gördüğü veya içten içe düş kırıklığına uğradığı durumda bile hayallerindeki ideal çocukla kurduğu bağ kadar gerçekteki bebeği ile ilişki kurmayacaktır (Atay, 2010).

Annenin bebeğinin doğumuyla birlikte ortaya çıkan ihtiyaçların çokça olması ve kendi narsisist büyüklenmeci fantezilerini gidermek adına çok az şey sunması narsisist anneyi depresif hale getirebilir. Böyle bir durumda anne, bebeğinin bakımını başka birine havale etmek, kendi işine ve ya kariyerine planlandığından daha kısa sürede dönmek gibi çeşitli kaçış yolları aramaya başlayacaktır. Kendisini sıkıntıya sokan bu durumdan kurtulmak için herhangi bir yol bulamazsa bebeğe karşı ilgisiz ve bebeğin ihtiyaçlarını gidermekten uzak bir yaklaşımı seçecektir. Fakat bir süre sonra kendisine sevgiyle bakan, her hareketini takip eden, yalnızca kendisinin dokunması ve sesi ile rahatlayan bebeğine karşılık verecektir. Çünkü hayatında hiç kimse onu bu kadar özel ve biricik hissettirmemiş, hiç kimse ona bu denli ait olmamıştır ve olmayacaktır. Çocuk başkasına tepki vermeye başladığında da narsisist anne, çocuğunu kaybetme korkusuyla karşı karşıya gelecektir. Bu durumda, çocuğunu hak etmediği şekillerde ödüllendirerek gerçek benlik algısı geliştirmesini engellemeyecek şekilde onu pohpohlayarak kendi bencil beklentilerini tatmin etmeye çalışacaktır. Narsisist anne tarafından sergilenmesi olası davranış örneklerinden bir diğeri, kendisi için önemli bir işi yaparken ihtiyaçları nedeni ile annesinden yardım isteyen çocuğuna karşı gösterdiği tutumdur. Örneğin: uyanan çocukla bölünen önemli bir telefon görüşmesi anne için son derece can sıkıcı olabilecektir. Böyle durumda, anne çocuğunun ağlamalarını rahatça göz ardı edebilir. Dikkat çekmeye çalışan çocuğu büyük ihtimalle narsisist annesinin öfkesini uyandıracaktır. Bu bakımdan anneyi, çocuğunun gerçek ihtiyaçlarını anlamak yerine kendi narsistik benliğini şişirmeye yönelik davranışlar içinde görmek olası bir durumdur. Narsisist annenin utanç duymaya tahammülü olmadığından çocuğun ebeveynlerini çoğu zaman hayal kırıklığına uğrattığı zamanlar olan ayrışma bireyselleşme döneminin zorluklarına da katlanamayacaktır. Çocuğu, kendisinin isteklerine karşı geldiği ve ya kendisini mahcup ettiği durumlarda öfke ve kınama ile olması gerekenin çok üstünde tepkiler verecektir. Narsisist anne, utanç duygusunun üstesinden gelemediği için çocuğuna bu konuda da yardımcı olamayacaktır. Empati gösterme ya da öfke kontrolü konusunda çocuğuna hiçbir zaman model olamadığı için annenin düşmanca tavırlarına karşı son derece duyarlı olan çocukta bu tür özellikler gelişemeyecektir. Utanç duygularını asgari düzeyde yönetebilen, merhamet geliştirmekte ve ya öfkesini kontrol etmekte zorlanan çocuk büyük ihtimalle bir narsisist olacaktır.

Narsisist babanın anneye yönelik davranışları, çocuğu dolaylı olarak etkileyebilmektedir. Baba, eşinin ihtiyaçları hususunda daha çok kendine dönük bir tavır sergiliyor ise anne, çocuğa dönük olacak, duygusal ihtiyaçlarını çocuğunun üzerinden karşılamaya çalışacak ve ayrışma-bireyselleşme döneminde çocuğuna çok fazla yakınlık gösterecektir. Narsisist babalara ve kendilerine sımsıkı yapışmış annelere sahip çocuklar, yaşamları boyunca annelerine sağlıksız şekilde bağlı kalacaklardır.

Çocuk, anneden ayrı bir benlik taşıdığını anlamaya başladığı zaman ayrışma bireyselleşme döneminde babasına yönelmektedir. Baba, çocuğuna karşı ilgisizse çocuğun kendi özerkliğini kurmasını sağlayacak olan yapı sarsılacaktır. Tüm babalar soğuk ve ilgisiz değildir fakat bir kısmı, güç ve takdir konusundaki ihtiyaçlarını beslemek için çocuklarını bir fırsat olarak gördüklerinden dolayı onlarla ilgilenmektedirler. Narsisist babaları birkaç gruba ayırmak mümkündür fakat her birinin ortak noktası, kendi benliklerine odaklanmış olmalarıyla alakalıdır. Bir grup narsisist baba, babalığı eşlerini kontrol etmenin ve kendilerinin bir kopyasını yaratmanın yolu şeklinde görmektedirler. Onlar, kendilerine bağımlı olan kişilerin varlığıyla önemlerinin artacağını düşünmektedirler. Baba olmanın, uzun süre pohpohlanmalarını sağlayacak bir araç olacağı inancındadırlar.

Bazı narsisist babalar, çocuklarının annesinin sağlığıyla ilgilenmeyecek kadar meşgul ve ya temel ihtiyaçlarını karşılamayı göz ardı edebilecek derecede duyarsız olabilmektedirler. Örneğin: gece yarısı çocuğun beslenmesi tamamen annenin işidir. Baba, kendisinin yerine getirdiği her şeyin fazlasıyla yeterli olduğunu düşünür ve babalık rolünün gereklerini yerine getirmeden hayatını sürdürme hakkı olduğuna inanabilir. Narsistik eğilimlere sahip kimi babalar ise ilk etapta baba olmayı pohpohlanmanın bir şekli olarak görürler fakat sonrasında hayal kırıklığı yaşarlar. Anne sürekli çocuğuyla ilgili olduğundan kendilerini anne-çocuk ilişkisinde dışlanmış hissedeceklerdir. Çocuklarından gelişim dönemi ile uyumu olmayan yetenekler sergilemesini beklerler, onlara ihtiyaçları konusunda empati gösteremezler ve çocuğun neden mutlu olamadığı gibi sorularla gerçekten uzak beklentiler taşıdıklarını belli ederler (Atay, 2010).

Kernberg, narsisist ebeveynin narsisist çocuklar yetiştirdiğini ve narsisistik bozuklukların bir kuşaktan diğerine sürekli aktarıldığını söyler. Çocuğunun öznelliğine, iç dünyasına ilgi duymayan, onun yaşını, o yaşa özgü dönemlerdeki zorluklarını ve ihtiyaçlarını göz ardı eden, görüntüsü ve davranışlarını sürekli değerlendirme ölçütleri ile izleyen ve beklentileri ile gördükleri arasında bir fark varsa çocukta utanç yaratan, hiddetler yaşayan, eleştiriler getiren ebeveyn, çocuk tarafından bu özellikleri ile içselleştirilir. Benzer şekilde eğer ebeveyn çocuğun kolaylıkla bağlanabileceği ve ya idealize edebileceği bir kişiyse, çocuk bağlanmaya çalıştığı kişiye yönelik güçlü nesneler amaçlayarak (örneğin ideolojik hareketler, riski yüksek faaliyetler ya da karizmatik bireyler) kendinde eksik gördüğü bu boşluğu doldurmaya çalışabilir. Prosedürel bellek diye adlandırabileceğimiz bu içselleştirme sonucunda, herkes yetişkin, karı-koca veya anne-baba olma zamanı geldiğinde çocukluğunda ne gördüyse o olarak davranmaya başlar (Kartopu, 2013).

Otoriteyi tamamen çocuklara bırakan, sürekli övgülerde bulunan, onları öğretmenlerinin eleştirilerinden koruyan, pahalı hediyeler alan ve özgürlük tanırken beraberinde sorumluluk vermeyen ebeveyn davranışları gittikçe fazla görülmektedir. Önceleri

ailenin otoritesi olan anne ve babalar arkadaştan çok ebeveynlerdi. Ebeveynlikte görülen bu hızlı ve köklü değişimin kaynağı, temel bir değer haline gelen kendine hayranlık ve olumlu duygulardır. Geçmişte, anne babasının onayını almak uğruna çabalayan çocuklar idealinin tersine, anne babalar çocuklarının onayını almak istemektedir. Günümüzde anne babalar, çocuklarını özsaygıları ve kendine hayranlıkları yüksek seviyede yetiştirmeye çalışıyorlar. Fakat ebeveynlerin çocuklarının özsaygılarını yükselttiklerini düşündükleri şeylerin çoğu (bir çocuğa özel olduğunu söylemek ve istediğini vermek gibi) aslında narsisizme yol açmaktadır. ABD‟de yapılmış araştırma sonuçlarına göre 1920‟li yıllarda bir grup anne, çocuklarında olmasını istedikleri özellikleri sıralarken tam itaat, dine bağlılık ve terbiyeyi göstermiştir. 1988‟li yıllarda çok az anne bu özellikleri dile getirmiş, bunların yerine anneler bağımsızlık ve hoşgörüyü seçmişlerdir. 2004 yılı süresince ebeveynlik tutumlarının izini süren araştırmada da benzer sonuçlar elde edilmiştir. Araştırmada, seçmeniz gerekseydi, hayata hazırlanması için bir çocuğun öğrenmesi gereken en önemli şeyler olarak listeden hangi maddeleri seçerdiniz?” diye sorulmuştur. Sunulan beş seçenek şunlardır: söz dinlemek, sevilen ya da popüler biri olmak, kendi adına karar vermek, çok çalışmak ve ihtiyaç duyduklarında başkalarına yardım etmek. Amerikalı anne babalar, kendi adına karar vermek seçeneğini daima en önemli olarak derecelendirmişlerdir. Fakat 1958’e dönüldüğünde insanlar bir çocuğun öğrenebileceği ikinci önemli şeyin söz dinlemek olduğunu söylemişlerdi. 1980 ve 1990‟lı yıllar boyunca itaatin öneminin sürekli azaldığı ve sondan ikinci sıraya düştüğü görülmüştür. İtaat, sıralamada, tüm zamanların en düşük seviyesine, verileri elde mevcut son yıl olan 2004’te inmiştir. Psikolog Dan Kindlon çocuklara aşırı müsamaha gösterildiğinde, bunun yedi ölümcül günaha benzeyen sonuçlara; kibir, öfke, kıskançlık, tembellik, oburluk, şehvet ve açgözlülüğe yol açtığını ileri sürmüştür. Bu yedi ölümcül günaha benzeyen sonuçlar, narsisizmin belirtilerinin kısa bir özeti gibidir (Twenge ve Campbell, 2010).

1950’lerin anne babaları çocuklarına çok fazla kural ve sınır koymuşlardı. Anne babalar genellikle duygusal olarak mesafeli, otorite figürleriydiler. Anne ve babaların bu şekilde davranmıyor olması iyi bir faktördür. Artık anne babalar çocuklarıyla etkileşime girmekte ve birlikte bilinçli şekilde oyun oynamaktadır. Özel olma ve öz saygıya önem verilmeye başlanmış, anne babalara, kendilerinden memnun olan çocukların, hayatta daha başarılı olacakları belirtilmiştir. Fakat birçok durumda iyi duygulara verilen önem, aşırı müsamahakârlığa dönüşmüştür. Bazı erken dönem psikodinamik kuramcıları, narsisizmin soğuk ve ihmalkâr anne babalardan kaynaklandığına belirtmişlerdir.

Modern davranışçı kuramlar narsisizmin, abartılı övgülerden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Örneğin; bir kişiye devamlı harika olduğu söylenirse, o kişi büyük olasılıkla harika olduğunu düşünecektir. Bir çalışmada narsisist kişilik özelliğine sahip genç yetişkinler, anne babalarının müsamahakâr olduklarını bildirmişler, “Geriye dönüp baktığımda, annemle babamın kimi zaman beni el üstünde tuttuklarını hissediyorum”, “Çocukken annemle babam istisnai yetenek ve becerilerim olduğuna inanıyorlardı”, “Çocukken annemle babam bazen beni, neredeyse yaptığım her şey için överlerdi” ve “Çocukken annemle babam beni hemen hemen hiç eleştirmezlerdi” ifadelerine daha çok katılmışlardır. Aşırı müsamahakâr, öven ve sorumluluk vermeyen anne babalar narsistik özelliğe sahip çocuklar yaratan ebeveynliğin genel bir tablosudur.

Eskisine kıyasla günümüzde birçok anne baba, otorite figürü olmaktan rahatsızlık duymaktadır. Birçok çocuk artık tüm aileyi ilgilendiren kararları küçük yaşlardan itibaren rahatlıkla almaktadır. Anne ve baba, kendini çocuğunun arkadaşı olarak gördüğünde, çocuğunun uyku saatini belirlemesi ya da katı kurallar belirlemesi güç olacaktır. Ebeveynlik ve narsisizm üzerine yapılan araştırmalar, bu tür ebeveynliğin, ergenlerde narsisizmin en güçlü sebeplerinden biri olduğunu göstermiştir. Bu tür ebeveyn davranışları, ergenlerde alkol ve madde kullanımı ile suç işlemeye de sebep olabilmektedir. Ebeveynlik üzerine yapılan bir çalışmada, narsisizm ile çocuklarını el üstünde tutan -her fırsatta öven ve hiç eleştirmeyen anne babalar arasında bir bağlantı bulunmuştur. Anne babalar övgünün, özsaygı oluşturacağına ve buna karşılık özsaygının da başarıyı getireceğine inanmakla birlikte, övgünün performansı teşvik ettiğini düşünerek; yüksek seviyede övgünün, yüksek seviyede performansı teşvik ettiğini varsaymaktadırlar. Aşırı övgü, hem narsisizme hem de başarısızlığa yol açabilmektedir. Yapılan bir çalışmada, bazı çocuklar bir görevde başarılı olduktan sonra, ne kadar zeki oldukları söylenerek övülmüşlerdir. Diğer gruptaki çocuklara ise çok çalışmalarının iyi olduğu söylenmiştir. Sonuçta, çok çalıştıkları için övülenler çok daha iyi performans göstermişler, zeki oldukları söylenenler ise tekrar denemekten korkmuşlardır. Özsaygı Tuzağı adlı kitabın yazarı Polly Young Eisendrath, çocuklara özel muamele yapılmasının son derece benmerkezci fakat sıkı çalışma ve olumsuz geribildirim karşısında kırılgan olan genç yetişkinler yarattığını açıklamaktadır. Bu gençler, yüksek statülü işleri hak ettiklerine inanmaktadırlar fakat kısa zaman zarfında çok başarılı olamadıklarında hemen cesaretleri kırılmaktadır (Twenge ve Campbell, 2010).

Çok sayıda anne baba, çocukları genç erişkin oldukları zaman duygusal bir ilişkiye girmeden önce eğitimlerini tamamlamalarını ve mesleklerinde başarılı olmalarını söylemektedir. Bireyler, yolun bir yerinde muhtemelen birilerine yakınlık hissedebilirler. Bu durumda, kimse onlara başarı için duygularını bu denkleme nasıl sokacaklarını söylememiştir. Duyguları, sevgiyi ve ilgiyi işe karıştırmadan bireysel başarıya odaklanma narsisizmin bir tarifidir. Eksik olan parça yani başkalarına önem verme beraberinde empati eksikliği, nezaketsizlik, hak iddiası ve saldırganlık gibi narsisizmin birçok olumsuz sonuçlarını getirmektedir. Ebeveynlik, kültürel değerlerin yayılmasında inanılmaz ölçüde kuvvetli bir güçtür. Çocuk, anne babasından doğruyu ve yanlışı, başkalarına nasıl davranacağını, inançlarını, ön yargı ve hoşgörüyü, görgüyü ya da görgüsüzlüğü öğrenmektedir. Yanlarında olan ilk kişiler oldukları için, anne babaların çocuklar üstünde çok büyük bir etkisi vardır.

Anne ve babalara, çocuklarının narsisistik eğilimlerini en aza indirmeleri için şu hususlara dikkat etmeleri önerilebilir:

Hayır demek ve kararlı olmak: Çocuğa hayır demekte yanlış bir taraf yoktur fakat bu kararda kararlı olmak gerekmektedir. Hayır denilip üzüldü diye vazgeçmek çocuğa üzülmesinin ve direnç göstermesinin etkili olduğunu öğretmektedir.

Çocuğa fazla yetki vermemek: Kış mevsiminde yaz kıyafeti giymek isteyen çocuk gibi pek çok küçük çocuk, çok fazla söz hakkı verildiğinde henüz doğru kararlar alamayabilir. Bunun yerine, çocuğa sınırlı seçim hakkı tanınmalıdır.

Anne babaların, çocuklarının evrenin merkezi olduğu düşüncesini terk etmeleri gerekir. Sevilmek için özel olmanın şart olduğu sürekli ifade edildiğinden dolayı, bu kimi zaman anne babalar için güç olabilir. Özel olduğunu düşünen kişiler, “normal” kişilerle ilişki kurmakta zorlanırlar; aynı şekilde normaller de özel olanlarla ilişki kurmakta güçlük çekerler. Çocuklara empati ve sevecenlik öğretilmeye odaklanılmalı, sınırlar koyulabilmelidir.

 Yapılan araştırmalarda, narsistik puanları yüksek çıkan üniversite öğrencileri, anne babalarının daha müsamahakâr olduklarını bildirmektedirler. Müsamahakârlığı uygun bir düzeye çekmek, narsisizmi büyük olasılıkla asgariye indirebilir. Kimi zaman çocuğun isteği ile ihtiyacı iki farklı şeydir ve ona istediğini vermek, hayatının ileriki dönemlerinde ihtiyaç duyacağı öz denetimi her zaman sağlamayacaktır. Ebeveynlikte mükemmellikten vazgeçmek de narsisizmle mücadele etmek için iyi bir yol olabilir. Bazen başarısız olmanın bir zararı olmadığı düşüncesi gözden kaçırılmaktadır. Sürekli kazanan çocukta, yenilmez ve herkesten daha iyi olduğu fikri gelişmektedir. Bu durum, gerçek dünyanın kendisini şok etmesine ve geri bildirimden ders almayacak kadar kendilerine dönük yaşamalarına sebep olmaktadır. Düşük öz saygıyla hayatta başarılı olmak oldukça kolay olsa da öz denetim, öz disiplin ya da yenilgiler karşısında duygusal toparlanma becerisi olmaksızın başarıya ulaşmak çok güçtür. Anne babalar çocuklarına “Çok akıllısın” demek yerine, “Bu matematik problemlerini gerçekten de güzel çözdün. Çok gayret gösterdiğini söyleyebilirim” demelidirler. Çocuk, cesaretinin kırıldığını ve bir şeyi yapamadığını hissettiği zaman, ilgili özel becerilere ve taktik verme stratejilerine odaklanılabilir. Belirli yeteneklere odaklanmak ve gayret göstermek, odaklanma becerisinin gelişmesine yardım eder ki bu, öz saygı ve benzersizlikten farklıdır. Etkin odaklanma, başarılı bir performansla doğrudan ilişkilidir fakat genel övgü, tipik olarak değersiz ya da ters etkilidir. Herkesin ödül alması yerine, çocukların beceri geliştirebilmeleri ve gerçekten de bir ödül kazanabilmeleri için özel biçimde yüreklendirilmeleri daha etkilidir.

Uzm. Psikolog Reyhan Nuray Duman

Bütüncül Psikoloji

Danışmanlık ve Eğitim Merkezi