Bir Sanat Olarak: Oyun Oynamak


En son ne zaman bir oyun oynadınız?
Bir köşede saklanmışken bulunmak istemekle, bulunmak istememek arasındaki ikilemi ne vakittir yaşamıyorsunuz?

Bu sorulara verilen sürelerin, güncel tarihe uzaklığı stres kaynakları ile başa çıkma mekanizmalarınızın yetersizliği ile doğru orantılı olduğu hipotezini ortaya atıyorum. Deney düzeneğini sizlere bırakıyorum. Hipotezimi bir kaç yüz defa yanlışlamak için uğraşın. Güncel tarihe yakın oyunlar oynayın ve stresli olduğunuzu ispatlayın hodri meydan!

Ben küçücükken çoraplarla oynarmışım. Annem de çorap çekmecesinin başındaki Suna’sıyla oyuna dahil olurmuş ve eline geçirdiği çoraplarla beni güldürürken yemek yedirir, zamanı kıymetli geçirirmiş. Anımsamıyorum çoraplarla oynadığımı ama herkes ne saçma bir çocuk olduğumu anlatıyor sırf bu yüzden. Bir gün bu sevdiğim oyun bana yol gösterecekmiş, nasıl mı? Biraz daha metni okumazsanız söylemem.

Winnicott oyunu bir geçiş alanı olarak tanımlar. Çocuk oyun sayesinde iç gerçekliğini dış gerçeklik ile buluşturarak ruhsallaştırma ve zihinselleştirme fırsatını yakalar. Bir çocuğun içsel dürtüleri oyunla dışarıya aktarılır; sevme ihtiyacı, şiddet eğilimi… Dışarıya aktarılan bu dürtüler oyun sayesinde şekillenebilir ve yapılandırılabilir bir hal alır. Bir çocuğa davranış şekillendirmenin en ideal yolu oyundur.

Ceza bu konuda hiç bahsedilmemesi gereken bir kavram. Toplumca yanlış kullanıyoruz, şiddet oranlarını gösteren araştırmalar ve medyada yer alan şiddet içerikli pek çok dizi/program varken. Aman uzak durun ceza sisteminden… Zimbardo, Bowlby gibi bilim insanları bu konuda yeterince iyi çalışmalar ortaya koydu… Davranışı şekillendirmek için olumlu pekiştireçin rolü de var elbet ancak pekiştireç sunma biçimini iyi ayarlamak gerekir. Günümüz ebeveynleri pekiştireci maddi şeyler ile sınırlandırdıkları için artık kendileri ödül vermek için davranışlarla pekiştirildikleri paradoksundan yakınmaktadırlar. Biraz daha basit bir ifadeyle bisiklet aldırmak için takdir alan çocuklar; bir oyuncağı almayacaklarsa ders çalışmaktan imtina eden afacanlardan ve ebeveynlerinden bahsediyorum.

Eğer zamanında oyun oynamazsanız çocuklar da pekiştireç oyununuzu kuralına göre oynamaz.

Bir de siz çocuğunuzla oyun oynamazsanız oynayacak teknolojik envai çeşit alet edevat oynar. Sonra da çocuğunuzdan şikayet etmeye başlarsnız: ‘Bu çocuk ne anlıyor bilgisayarlardan?’ diye…

Çocuğunuzla oyun oynayın demiyorum. Çünkü bu yazıyı bu nedenle kaleme almadım! Çoluğu çocuğu olmayan insanlar için de yazdım ben bu yazıyı…

Diyorum ki; çocuklar gibi oyun oynayın.

İstanbul’da Ocak ayının ilk haftası, sabahın kör bir vaktinde valizle çıkmışız dışarıya. İstikamet uzaklar. Eldivenlerim var, ama kahramanımın eldivenleri yok ve valizi o taşıyor. İçimdeki çocuk yerdeki karlardan kartopu yapıp fırlatmak istiyor. Zihnimden bir ses ‘koskoca kadınsın, eldivenin de var valizi taşıyacak biri de; ne bu şımarıklık’ diyor. Bir de adil değil gibi şeyler fısıldıyor sanırım. Sonunda içimdeki çocuk dayanamadı bir kartopu alıp fırlattı. Kahramanım elinden valizi bırakıp gerisin geri döndü ve kocaman gülüşünün yanına hızlıca bir kar topu ekleyerek valizi alıp kaçmaya başladı. Birbirimize kartopu savaşı açarak gideceğimiz yere ulaştık. Üşümüyorduk ve mutluyduk. Ya oynamasaydık nasıl olacaktık? Cevaplayayım: Birbirimizi düşünmüş, üşümüş ve yolun uzunluğuna söylenen büyük insanlar olacaktık.

Oyun oynayınca mutlu olduğumuzu fark ettim. Stresimiz azaldı. Bir de Winnicott’un Ebeveynlerle Sohbet kitabı elime geçti. Kitap içerisinde de şu cümle gözüme ilişti ‘Sanat ve edebiyat oyunun yetişkinliğe özgü en müthiş halidir ve ruh sağlığımız açısından buna ihtiyacımız var’ (N.Erdem).

Oyun olsun diye yazdım.

Çok düşünmedim, hatta hiç düşünmedim yazdım.

Düşünerek yazdıklarımı hiç kimse görmedi…

Belki bir cesaret gelir oyun olsun diye paylaşırım dedim ve yazdım.

Haydi, siz de oynayın!

Not: Çoraplar nasıl mı işime yaradı? Hala sıkılmadan okuyanlar için anlatayım. Bir gün şiddet mağduru 8 yaşlarındaki bir çocukla görüşme yaparken, ebeveyninden biraz bizi baş başa bırakmasını istedim. Şiddet uygulayanı çıkınca benimle büyük bir sırrını paylaştı ve dedi ki ‘Biliyor musun benim sihirli çoraplarım var!’ ve o esrarengiz çorapların büyüsüne katılarak ‘aa gerçekten mi!?’ dedim ve sihirli çorapların kudretini anlattı. Ne zaman az önceki gibi gerilirse bu çorapları sıkıyormuş ve bekliyormuş, o zaman her şey yoluna giriyormuş. Çoraplarına bakmak istedim, tekini elime geçirdim. Elime geçirdiğim çorap bir de yırtılmıştı. Onu da malzeme yaptık kendimize. Bir çift eskimiş çocuk çorabı oracıkta Sihirli Kukla Çorap olmuştu, ne terapist ne de çocuk vardı, artık orada sadece yaşanan olayı şekillendiren iki oyuncu vardı.