Melanie Reizes Klein (30 Mart 1882 – 22 Eylül 1960) Avusturya asıllı Britanyalı psikanalist. Çağdaş psikanaliz ve çocuk psikolojisi alanı üzerinde etkili olan yeni terapötik teknikler icat etti. Aynı zamanda Nesne İlişkileri Okulu’nun kurucusu olarak kabul edilir.

 

M. Klein nesne ilişkileri kuramcısı olarak bilinir. Klein’a göre, doğuştan kendisini ölüm dürtüsünün etkisi altında “saldırgan, kötü ve zulmedici nesneler” ile dolu hisseden bebek dışındaki “iyi nesneleri” içe alarak bu kötülüğü yatıştırmak ister.

İçinde iki kendilik çekirdeği vardır. Libidinal unit yani yaşam enerjisi, hayat, esenlik, ferahlık, dinginlik, olgunluğun yeşerdiği çekirdektir. Agresyon unit yani kötü kendilik tarafı; haset, kıskançlık, açgözlülük, kibir vs. gibi her türlü kötünün kök saldığı çekirdek.

M. Klein analiz sürecinde başarılı olunabilmesini hastanın “hakikati arama yolundaki kararlılığına” bağlar. Demek ki insanın hasetten şükrana olan yolculuğunda beklenen netice kendi hakikatine vakıf olmasıdır. Belki de insan bunu yapamadığı her zaman huzursuz olacaktır.

İçimizde yatıştırılması gereken bir agresyon tarafı vardır. Anneniz sizi görmüşse, sevmişse, size değer vermişse, kendi kafasındaki çocuğu değil de elinde olan potansiyeli daha iyiye taşımak adına empatik bir eşduyumla yaklaşmışsa siz bunları içe alırsınız. İyi tarafa, libidinal tarafa alırsınız. Ve ömür boyu kendinizi sakinleştirecek tasarımları içselleştirirsiniz. İçinizdeki iyi temsilleri ile yatışırsınız, dinginleşir, sakinleşirsiniz. . Kendinizi içinde yaşadığınız kainatın bir parçası gibi hissedip her şeye, olaylara sonsuz bir merak ve keşif duygusuyla bakarsınız. Seviliyorsanız, annenizden başlayarak sevildiğinizi hissediyorsanız; içinizde kötüyü yatıştırabilecek, agresyonu bastırabilecek dağ gibi bir çınara sahipsiniz demektir ve bu sayede kendinizi sakinleştirebilirsiniz. Ve içinde bulunduğunuz kocaman kainatın keşfedilecek ne çok şeyi vardır. Bütün bunlar için sadece ve sadece seven, empatik bir bakışla bebeğini gören-kafasındaki bebeği değil karşısında olan bebeği gören- sağlıklı bir anne (bakım veren kişi) yeterlidir. Sağ beyinden sağ beyine sözsüz iletişim ağıyla olan inanılmaz akış bir insanı insanı yapar. Zira sevilmezseniz tam anlamıyla var olamazsınız. Kendim olabilmek için beni seven bir ötekiye ihtiyacım kaçınılmaz bir gerçeğimdir.

Tam tersi, anneniz empatik değilse, sizi değil de kafasındaki çocuğu görmüşse, bir proje çocuksanız örneğin, ya da sizi hiç görmemişse, anneniz hasta ise, depresyonda ise, maddi manevi birtakım sıkıntılar içinde ise, sizi göremiyorsa o zaman içinizde sizi sakinleştirecek iyiyi inşa edemeyeceksiniz demektir. Varolan haset -kötü duygunuzu bastırma gücünü alabileceğiniz bir iyiyi içselleştirememişsinizdir. Hiçbir şey, hiçbir kimse sizi sakinleştirmeye, teselli etmeye yetmeyecektir. Hırçın, hırslı, açgözlü, kıskanç ve haset duyguları ile kavrulan kendiliğinizi teselli etmek için yakıp yıkmak ve içinizde varlığına dayanamadığınız boşluğu kapattığınız bu kötücül duyguları nihayetinde başkasına yansıtarak atmak zorundasınızdır. O kadar kötü bir duygudur ki o, fiziksel acı yanında hiç kalır. O yüzden bazı insanlar görürsünüz birine yapışmıştır. Kopamaz. Ne kadar eziyet çekse de ayrılamaz. Ayrıldığında yaşadığı acının tarifi yoktur çünkü. Boşluğun tarifi mümkün müdür?
Aynı anne babadan da olsa, aşağı yukarı aynı çevresel şartlarda da yetişse her insanın olayları, kişileri durumları değerlendirişi, filtre edişi nihayet bir kendilik tasarımına ulaşması özneldir ve biriciktir.

İnsan yıllara dayanan hikayesinde aslında bir şey için çabalar; içindeki agresif yıkıcı duyguları bastırıp, terbiye edip, kontrol altına alıp, ehlileşip olan biten her şey için derin bir şükür ve minnet duygusuyla sakinliğe, dinginliğe, şükrana ulaşmak için.

Şükran; kainat bütününün bir parçası olduğunu hissetme, olan iyilikten güzellikten derin bir mutluluk hissederken, olan kötülüklerden, olumsuzluklardan acı duymak demektir. Bu olduğu zaman hadiselerin ne olduğuna bakmaksızın, verdiği, vereceği zarara ziyana ya da mutluluğa bakmaksızın hepsini birlik potasında eritir ve derin bir sakinlik ve dinginlik ile dolarsınız. Iyilerin yanında kötülerin de olduğunu, aynı insanın içindeki iyi ve kötüyü görebilirsen ve her ikisini de olgunlukla karşılayabilirsin. Iyiye karşı coşku hissedip kötüyü anlayabilirsen ve kötüyü içindeki iyiye dayanarak yapmamayı becerebilirsen ; sen tam nesne tam kendiliğe ulaşmış, olgunlaşmışsın demektir.

Ancak içsel yolculuklarında kendilerine yönelik derinlemesine bir farkındalık geliştirebilmiş, dinginliğe erişebilmiş kimseler etraflarına yardımcı olabilirler. Ancak bu dengeyi sağlayabilmiş bir insan haset yüklü olumsuz duyguları nötralize edip diğerine yardımcı olabilir. Böyle bir insanın ikliminde olmak bile insanı rahatlatırken, sakinleştirirken; hırslı, haset duyguları ile dolu bir insanın gerginliği ve sıkıntısı da aynı şekilde insanı gerginliğe düşürür, sıkıntıya sokar. Ruhuna darlık verir.

Haset insanlığın temel dürtüsüdür. On Emir’de vardır. Kutsal metinlerde vardır. İşlenmemesi gereken ilk on günahın içerisinde çok temel bir yerdedir.

İnsanlık, tarihi boyunca içindeki kötüyü, kötülüğü terbiye etmenin türlü yollarını aramıştır. Günümüzde de psikoterapilerin temelde mücadele ettikleri duygu haset, kıskançlık, kibir, açgözlülük gibi negatif duygulardır. Öfke buradan çıkar. Yıkım buradan çıkar. Tahrip buradan çıkar.
İnsan, şükran duyguları ile örülmüş bir çevrede yaşamamışsa içindeki haset duygularına dayanamayıp onu dışına atarak yaşamayı başarabiliyor. Kırıyor, döküyor, hakaret ediyor, itiyor, uzaklaştırıyor. Haset ettikçe de etrafında insan kalmıyor. Yalnızlaşıyor. Boşluk ve anlamsızlık derinleşiyor. Sonra o boşluğun verdiği acıya dayanamıyor. Ya intihar ediyor. Ya öldürüyor. Öldürmek sadece fiziksel olarak değil, bakışla, sözle, tavırla ve belki de gerçekten öldürüyor. Buradan bakıldığında Habil ile Kabil hiç de uzak değil. İnsanlığın ortak hikayesi. Daha ortalıkta kimse yokken, sadece üç beş insan varken de haset var imiş., dedirten ortak hikayemiz.

Kabil içindeki hasede yenik düşüyor. (Hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmiş) İçinde tam bir bütünlüğe ulaşmış olan Habil ölümü dinginlikle karşılamış ve (her tür sonucun birliğe ve bire götüreceği derin bilgisiyle) Kabil’e mukabelesiz kalmıştır. Zalimin ve mazlumun hikayesi buradan başlamış, Hz. Hüseyin ve Yezid’de de zirve halini bulmuştur.

Sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır diyen de, nefisle savaşmanın büyük cihad olduğunu söyleyen de, içine derinleşmeyi salık veren uzak doğu dinleri de, Hint guruları da aynı şeye işaret etmektedir. Aradığın her şey içindedir.
Bugün psikoterapiler hasetten şükrana giden yolda insanın kendini keşfine, iyileştirmesine, dinginleşmesine, sakinleşmesine ve kendi olmasına yardımcı olmak için geliştirilmiş birtakım kuramlarla yola çıkan yöntemlerdir.

Şüphesiz ki “Ben kimim?” sorusunun cevabı halen her bir insan için önemini korumaktadır.

Dr. Dilek Yeşilbaş